‘’Emekleyerek başladı hayata ve ilk adımını attı. İlk adımları, ilk sözleri, ilk gülümsemesi, anne-baba deyişi alkışlandı. Yapabildiği bütün bu şeyler karşısında mutluluk duydu sevenleri. Sonra elinden tutulmadan yürümeyi, koşmayı öğrendi. O koşarken zaman da koştu ardı sıra, hatta zamana yetişmek mümkün olmadı hiç.
Yaşlandı…Durmadan akıp giden zaman yapabildiklerini yapamaz hale getirdi. İşte o günden sonra, koluna birisi girmeden yürüyemediği o günden itibaren kimse adım atabildiği için onu alkışlamadı. İlk yürüdüğü zamanki kadar sevimli değildi çünkü. Zamana karşı yenik düşmüş bedeni, rahatça yemeğini dahi yiyemediği protez dişleri, dünyayı eskisi kadar net göremediği gözlükleri, kulağına taktığı kulaklığıyla artık sıkıcı bir bebekti o. Birlikte yaşadığı insanlar için yük olmaktan dolayı üzülen, eski gücünü kaybettiği için sinirlenen ve bazen kahreden bir psikoloji ile hayata karşı eski heyecanını kaybeden bir ihtiyardı şimdi. Başkalarına nazaran hayatın neresinde olduğunu çok iyi biliyordu. Şu andan itibaren itilip kakılmadan, acı çekmeden huzurlu ve mümkünse mutlu yaşamak, tecrübelerini birileri ile paylaşmak onlara fayda sağlamak istiyordu ömrünün son nefesine dek.”
Bu insanlar bizim annelerimiz babalarımız, büyükanne ve büyükbabalarımız; bizim yaşlılarımız, bizim değerlerimiz. Onların yaşam kalitesini arttırmak ve bakım ihtiyaçlarını karşılamak hepimizin hem bireysel hem toplumsal sorumluluğudur.